6 Ocak 2014 Pazartesi

hadi bitirmeyelim şu işi

bakalım bu heves ne kadar sürecek.

saat 03:27. yapılması gereken çok şey var, dert öyle pek çok değil. yalan söylemeye gerek yok. aslında olmadı değil ama artık o kadarda yok gibime geliyor. belki de aynı sayıda var ama ağaçlar gibi bizimde halka sayımız arttıkça kuvvetleniyoruz. arka fonda duman açık değil merak etme, melankoli modunda da değilim aslında sadece sıkıldım işte biraz.

konuşmak istediğim ne kadar konu var bilmiyorum ama elimde olanları konuşmak istediğimde çok kişi yok. kimsenin hakkını yememek lazım ama bir insanın yanında olmaktan keyif almakla, içten bir şeyleri paylaşmak arasında baya fark var herhalde. kimisi bu paylaşımı yapacağı kişiyi -hatta kimisi değil çoğunluk- dışarıda arıyor. ne çok aday var dimi? ay bu çocuk öyle pek güvenilir değil, bu kız bana 8 ay önce kötü bakış attı, diğeri bana gözünün içine bakmama rağmen selam vermedi. neden arkadaş? neden her seni görenin selam vermesi gerektiği üzerine bir sosyal norm oluşmuş mesela hiç merak ettin mi? anlatayım.
bundan asırlar önce günümüz meksikası, o günün aztek medeniyetinin olduğu diyarlarda şu anda pek tahayyül edemeyeceğimiz fakat kabileler halinde yaşamakta olan, kafası bozulduğunda liderleri için dev tapınaklar inşa eden, sağda solda bulduğunu yiyip içen, havva'yı anarcasına yaprak modası geliştiren, senden benden hafif kavruk, kelli felli adamlar yaşarmış. o günün şartları tabii kadınların derdi olabildiğince itibarlı bir erkekle evlenip, ona bir an önce çocuk bahşedip, kendilerine göre kısır olmadıklarını yani verimli olduklarını ispat etmek ve tabi inanışlarına göre kutsanmak. erkeklerde bildiğiniz gibi kendilerini 'güzel kadınlara' kanıtlama derdinde. sadece 'kadınlar' diyip genel izleyiciye hitap etmek isterdim ama ne yazık ki insanların yeni tanıdıkları biri hakkında görüşlerinin çok büyük çoğunluğu o ilk görsel yansıma ile oluşuyor. hayır, senin şu anda x'le arkadaşlığının başlama şekli ve şuan geldiğiniz nokta bu tezi ortadan kaldırmıyor. ne diyorduk; bizim bu ilkel kabilemizin lideri günün birinde tüm egosuyla dolaşmakta iken yanından geçen bir gencin ona karşı negatiflik içerdiği ortada olan bakışlarını fark edince büyük bir rahatsızlık duymuş. fakat her egoist lider gibi yapılması gereken şey olarak aklında onu katlettirmek yerine farklı bir uygulama canlanmış. apar topar yanına getirttiği bu genci uyararak bundan sonra kendisini her gördüğünde onu kanıksamasını emretmiş. fakat işin genç açısından sıkıntılı yanı ise gencin bunu nasıl yapacağı konusunda hiç bir fikri olmaması. her devirdeki kral yalakaları gibi ayaklarına mı kapanacak yoksa başka bir çözüm mü arayacak? sorusunun cevabını bulamadan bir sonraki gün ya da belki de ondan sonraki gün kabile lideriyle karşılaşmış ve tek yapabildiği suratında mimiksiz bir ifade ile kafasıyla lideri ve ona duyduğu saygıyı onaylamak olmuş. kabile lideri bu farklı çözüme ayar olmamış ki(muhtemelen eşi erkek çocuk falan dünyaya getirmiştir yakın zamanda) bu selamlaşma önce kendi içlerinde sonra ise etkileşim içinde oldukları kabilelere yayılmış. sonra gel zaman git zaman sen avrupalılar bunların kıtayı keşfet. karşılıklı takas edilen yiyecekler mi dersin, kıtadan kıtaya taşınan hastalıklar mı dersin binbir türlü aksiyon. bu selam verme dediğimiz jest ise kara veba gibi kapladıkça kaplamış dünyayı. ilk defa kullanan o aztekli çocuğun duygularıyla kullanmaya devam ediyoruz neyse ki.

demek istediğimi odur ki; sevmediğin, hoşlanmadığın, görmeye tahammül bile edemediğin, gördükten üç saniye sonra kafanı çevirip yanındaki ile hakkında olumsuz şeyler konuşacağın kişiye çokta selam vermenin anlamı yok bence ne dersin?
tamam biliyorum hepimizin korumak istediğimiz, özene bezene tasarladığımız, sağdan soldan hoşumuza giden şeylerle oluşturduğumuz toplama bir benliğimiz var. buna zarar gelmesini istemeyiz.

tabi ki uydurdum yukarıdaki hikayeyi.
04:28 olmuş.